Son haftalarda biraz televizyon izliyorum. İlgimi çeken bir iki dizi oldu. Ama daha da ilgimi çeken şey Türk dizilerinin verdiği ortak mesajlar. Bu mesajları çok etkili ve çok tehlikeli buluyorum çünkü diziler Türkiye’de çok sevilerek, ilgiyle izleniyor ve bu dizilerde olan bitenler ile karakterler örnek alınıyor. Bu örnek alma meselesi her yaştan insan için geçerli. Sadece Polat Alemdar’a özenip sağı solu yakıp yıkmak isteyen üç beş lise çağında çocuktan bahsetmiyorum. Yetmişlerinde olup dizi karakterlerinden etkilenen de var, kırklarında olup etkilenen de.
Türk dizilerinde gözlediğim temel mesaj güvensizlik. Dizilerin çoğu, gerek kadın erkek ilişkilerinde gerek ticarette gerekse arkadaşlıklarda “birbirinize güvenmeyin, babayı alırsınız mesajı taşıyor”. Komplo teorilerini seven biri olarak ben burada bir bit yeniği arıyorum. Bu kadar çok sayıda dizinin ortak mesajı bu olunca bunun üzerine biraz olsun düşünmemek benim için mümkün değil.
Türk dizilerinde herkes birbirini aldatıyor, herkes birbirine kazık atıyor. Bu durum yaş, cinsiyet, sosyal ve ekonomik sınıf dinlemiyor. Çok az sayıda “namuslu” karakter var ama onların da tabiri caizse ezik tipler olarak sunuluyor. Bugün Türk dizilerinin ortak mesajlarından biri bu: Birbirinizi sevmeyin, birbirinize güvenmeyin. Seven de güvenen de aldatılır. Herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor. Neredeyse insanlık gerçekte böyle bir şeydir gibi bir mesaj var. Mesaj alttan alta veriliyor diyeceğim ama öyle de değil, gözümüze sokuluyor.
Peki birbirine güvenmeyen, birbirini sevmekten ödü kopan bireylerden oluşan bir toplum yaratmanın kime ne faydası var? Buna bir bakalım ki komplo teorisi nerede onu görelim. Her şeyden evvel, birbirine güvenmeyen, birbirini sevmeyen bireylerden oluşan bir toplumu yönetmek daha kolaydır. Daha hızlıca koyun sürüsü haline gelirler. Esas mesaj da şudur: “birbinize güvenmeyin, birbirinizi sevmeyin. bana güvenin, beni sevin”.
Bakın diyanet işleri onaylı metinlerde “Tayyip’i üzmek, Allah’ı üzmektir” gibi yazılar geçen bir ülkede yaşıyoruz. Daha evvel yazdığım “içimizdeki yetişkinle barışmak” başlıklı iki yazıda yetişkinliğe erişememiş bir toplumun baskıcı hükümetler için ne büyük nimet olduğunu söylemiştim. Bu konuya o yazı dizisinin üçüncü bölümünde daha fazla değineceğim. Şimdilik burada işin otorite kısmını ele alalım. Türkiye gibi, Libya gibi, İran gibi, Irak gibi ülkelerde otorite sadece birilerinin çıkarı için uygulamaya koyduğu bir yönetim sistemi değildir. Bu aynı zamanda sevgisiz, güvensiz bırakılmış bir halk tarafından talep edilen bir yönetim sistemidir. Hayatın kendi “normal” acımasızlığı, adaletsizliği vs. bir yana, bir de yaratılmış bir güvensizlik ve sevgisizlik sonrası yetişkinliğe erişmeye fırsat bulamamış halklar başlarına bir diktatör ararlar. Bunu da kolaylıkla bulurlar.
Burada komplo teorisi demişken şunu aydınlatayım. Ben demiyorum ki bu diziler tek bir elden çıkıyor ve milleti uyutmak için yayınlanıyor. Ama burada bir ortak bilinç ve bilinçdışı ögelerin yansıması söz konusu. Güvenmemek ve sevmemek çoğu insan için bir tedbir, bir kaçış, bir güvenlik önlemi. Karşılığında aldığımız şey ise çirkin bir yaşam. Tatminsiz bir hayat. Kuru ekmek yiyip su içerek hayatta kalmaya çalışmak gibi bir şey.
Tabii bu dizilere “takılırken” neden televizyon seyretmeyi sevmediğimi ve bunu keskin bir biçimde bıraktığımı da bir daha anladım.
Bu diziler ve başka televizyon programları hakkında zihnimde dönen daha binlerce şey var ama bunları henüz bir lisana çevirip telaffuz edemediğimden burada da yazmıyorum. Dile gelirsem yazacağım.