Postmodern, kelime anlamıyla tam olarak “modern sonrası”, “çağdaş sonrası” anlamına gelir. Biz dünyalılar belli ki endüstriyel çağı çok benimsemişiz, ona çağdaş ve modern diyoruz tarihteki çağlar sıralamasında. Ondan sonra artık bir şey değişmez diye düşünüldü belki ama hala bir şeyler değişmeye devam etmiş. Dolayısıyla da bir kere etiket olarak kullandığımız için, içinde bulunduğumuz zaman dilimine, sosyal döneme, düzene, yapıya çağdaş diyemiyoruz da çağdaş sonrası (postmodern) diyoruz.
Adına postmodern dediğimiz bu döneme verilen başka isimler de şöyle: Uzay çağı, post-endüstriyel (endüstri sonrası) çağ, post-capitalist era (kapitalizm sonrası çağ), hyper-capitalism (hiperkapitalizm), vahşi kapitalizm, vb.
Biraz ayrıştırmak adına çok kaba da olsa modern zaman ve postmodern zaman arasında ne tür belirgin ayrımlar yapılabilir biraz buna değinelim. Modern dönemde başarının tanımı bir şirkette işe girip orada yükselebildiğin kadar yükselmekti. Yani modern zamanda, aynı şirkette on yıllarca çalışıp orada yükselmeyi övüyor ve ödüllendiriyoruz. Postmodern dönemde ise kişiler belli uzmanlık alanlarında proje bazında çalışıyorlar. Şirketten şirkete geçiyorlar ve kimse ömrünü tek bir kurumda tüketmiyor. Bir başka açıdan bakarsak günümüzde sadakata ve kıdeme para ödenmiyor da işini iyi bilen insanın işini iyi biliyor olmasına ve ortaya ustalıkla bir iş koymasına para ödeniyor. Son on-onbeş yıldır iş, ekonomi, para konulu dergilerin işletme bilimi sayfalarında da bu durum verimlilik adı altında değerlendirilmiştir. Sürekli bir çalışmanın beklendiği fabrika işçiliği gibi alanlarda da Volkswagen gibi devler haftada 5 yerine 4 gün çalışmak gibi uygulamalarla ister istemez bu postmodern dönemin içinde oldular.
Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktüğü ve yerini Milton Friedman’ın vahşi kapitalizmine bıraktığı bir zaman dilimidir. Yani sadece cebinde parası olanların eğitim ve sağlık imkanlarına sahip olabildiği sistem postmodern dönemde yaşam alanı bulmuştur kendine.
Feodal sistemde ağa, derebeyi, toprak sahibi vardı otorite olarak ve din vardı. Modern zamanlarda din ve toprak ağaları yerlerini ulus devlete ve hukuğun üstünlüğüne bırakmak durumunda kaldılar. Günümüzde ise etrafımızda toprak ağasından ya da Allah’tan korkmayan ama devletten ve hukuktan da korkmayan bir kitle var. Barış ve kardeşlik içinde yaşayabilmemiz için insanoğlunun hukuğun üstünlüğünü kabul etmesi, hukuktan ve devlet otoritesinden çekinmesi gerekir en azından. Ancak artık bu bağların da gevşediği, kuralların hepten yok olmaya yüz tuttuğu bir dönem aynı zamanda postmodern dönem. En basitinden büyük şehirlerde artan kapkaççılık, hükümetlerin karıştığı yolsuzluklar, yani genel olarak her kesimden işlenen suçlarda görülen artış da bu postmodern dönemin bir başka resmidir.
Türkiye’de gözlediğim ise postmodern kelimesinin bu anlamlarından ziyade çoğu kişi tarafından bu kelimenin bir sanat akımını tarif etmekte olduğunun zannedilmesi. Yani postmodern dediğin şey olsa olsa resim olur, heykel olur, sinema olur, plastik sanatlar olur. Postmodern kelimesi ile tarif ettiğimiz alanın genişliği ve çeşitliliği üzerine ya pek fikir yok ya da bu konuda fikirler zayıf. Kelimenin anlamını bilmek konusunda çoğu insan kendine güvensiz o nedenle de pek konuşulmuyor bu konu. Oysa postmodern kelimesi bir dönemi, bir sosyal yapıyı (ya da biraz kara mizah yapmak gerekirse sosyal yapısızlığı), yeni bir ekonomi anlayışını, yepyeni işçi – işveren ilişkilerini (bilirsiniz ekonomi konuşurken bir şirketin genel müdürü de işçidir, kapıcısı da işçidir. şirketin, işletmenin sahibi patrondur, işverendir ve geriye kalan çalışanların alayı işçidir terminoloji olarak), yeni nüfus politikalarını vs. yi temsil eder.
O nedenle gündeme ve postmodern bir kültürel çürümeden payını bolca alan medyaya bakıp “Hmmm, Hande Yener, çok postmodern bir sanatçı” demek günümüz dünyasının şartlarını hafife almaktır.