Pratikler bilebilse teorikler yapabilse

Yaşlılar yapabilse gençler bilebilse diye bir laf var. Çok doğru bir söz aslında bu ama yaşlıların bilebilirliği yine bizzat kendi bunaklıklarıyla örselendiğinden gençlere bilgilerini aktarmaya çabaladıklarında çoğu kez saçmalarlar. Saçmaladıkları için de söz fiiliyatta geçerliliğini yitirir.

Doksanlı yıllar, koca dünyanın değişim dönüşüm yıllarıydı ve bu değişim şu anda daha da büyük bir hızla devam ediyor. Eğitim kurumlarının yaygınlaştığı 20. yüzyıl boyunca görülmeyen birşeyle karşı karşıya kaldık son 20 yıldır ve eğitim sistemi değişmedikçe bu gerçeklik de değişmeyecek. Karşı karşıya olduğumuz sahne şöyle; ilköğretim, lise, üniversite gibi eğitim kurumlarında derslerini çalışan, çok iyi notlar alan öğrenciler hayatta sınıfta kaldılar / kalıyorlar.

Bir hatırlayın bakalım sınıf arkadaşlarınızdan notları yerlerde sürünen ve şimdi son birkaç yılda köşeyi dönmüş kaç kişi var?

Biz toplum olarak uzun süre bunu şöyle yorumladık: “Mühendislik mezunu adam televizyon tamir etmeyi bilmiyor, bu ne uçuk eğitim sistemi böyle!”

Elbette daha derin yorumlara ihtiyacımız vardı.

20. yüzyılın ikinci yarısında kısa bir dönem için de olsa kitabi bilginin hayatta bir işe yaradığı bir dönem geçirdik. Ben diyeyim altmışlı yıllar siz deyin yetmişli. Henüz pazarlama sektörünün herkesde mutlaka bir yara açmadığı yıllardı bunlar. Bu yıllarda televizyonlarda reklamlar yayınlanacağı zaman sesi yükseltmek kitabi bilgiydi. Bundan etkilenen seyirci de gerçekten çoktu.

Bir ürünü pazarlarken yanına hoşluk yaparak pazarlamak, mesela süt satarken üzerine “çocuklarınızın sağlığı bizi ilgilendiriyor” yazmak gibi şeyler gerçekten satışları artırıyordu.

İnsan kaynakları çalışmaları yeni yeni hayat buluyor, bir işyerinde çalışan personelin nasıl duygu ve düşünceler içinde bulunabildiği bilgisi kitaplarda yazdığı hali ile gerçek hayatta da izlenebilir, faydalanılabilir haldeydi.

Sonra, tam olarak ne zaman başladığını benim de kestiremediğim bir ara, tıpkı antibiyotiklere bağışıklık kazanmış bakteriler gibi toplum bir malı satın alırken yapılan halkla ilişkilere bakmaz oldu, insan kaynakları çalışmaları gerçek yaşamla bağdaşmaz oldu, televizyon reklamları çok para harcayan 6 – 18 yaş arası tüketiciyi etkilemez oldu.

Ama bir diğer yandan işe yaramadığı halde bunlara hala para harcamayan şirketler aşağılandılar. Medyada onlara özellikle yer verilmedi. Ürünleri hakkında olumsuz haberler yayınlandı vs. vs.

Şu anda da kitabi bilginin, bırakın hayatlarımıza bir faydasının dokunmasını, herşeyi elimize yüzümüze bulaştıran yönünü keşfettik. Bu noktadan bakınca da pratik davrananların hayatta amaçlarına hızlıca ulaştığını, teorik bilgi sahibi insanların ise yerlerinde saydığını görüyoruz. Bunu hüzünlü buluyorum.

Hal böyle olunca, “pratikler bilebilse teorikler yapabilse” diye evirdiğim “yaşlılar yapabilse gençler bilebilse” sözü, pratikler yapıyor teorikler seyrediyor biçimine de sokulabilir. Gerçek yaşam alabildiğine pratiktir. Mesela kuantum teorisi üzerine çalışan biliminsanlarını düşünün. Kuantum fiziği ile ilgili birşeyler okuyup öğrenen herhangi birini düşünün. Bu insanlar “kuantum diye bişey var çok enteresan, atomu oluşturan parçacıklar aynı anda iki ya da daha fazla yerde olabiliyormuş” diyor, başkaları da onlara “hadi ordan olmaz öyle şey, bu bilimsel bir veri değil, kaptırmayın kendinizi böyle safsatalara” diyor. Bizler bunları konuşurken gayet pratik davranan IBM ve HP, kuantum bilgisayarlar üzerine çalışıyorlar ve bu bilgisayarlar şu anda gerçek yaşamda deneniyor, geliştiriliyor vs.

Yani pratik ve teorik ayrımı, aslında ruh ve madde, zihin ve beden gibi gerçekte bir bütün olan ama bizim aklımız ikiliğe daha iyi çalıştığı için ikiye bölerek anlamaya çalıştığımız bir ayrım. Başka türlü söylemek gerekirse, gerçekte varolan bir ayrım değil. Sadece aklımızda böyle bir ayrım yarattığımız için biz teoriyi ve pratiği farklı şeylermiş gibi algılıyoruz ve ardından gerçek dünya için geçerli olmayan bir dizi düşünceyi, argümanı teori adıyla etiketlendiriyoruz.

Pratikler bilebilse diyoruz ama pratikler gayet de iyi biliyorlar ve bildiklerini yapıyorlar. Teorikler yapabilse diyoruz ama onlar da yapıyorlar. Onlar sadece varolamayacak, yapılamayacak, gerçekleştirilmesi içerdiği çelişkiler nedeniyle mümkün olmayan teorileri yapmayıp pratiklerin yaptığının küçük bir bölümünü yaparak hayatlarını sürdürüyorlar.

Belli ki böyle ayrımlar yapmak bizi rahatlatıyor. Böyle ayrımlar yapmayı seviyoruz. Yoksa insanoğlu daha ilk anda farkında olduğu gibi ayrım mayrım olmadığını, herşeyin gayetle bir bütün olduğunu bugün hala biliyor. Sadece işine geldiğinde hatırlıyor, işine gelmediğinde hatırlamıyor.